Hunger compelled the boy to steal money from the cash register.
Açlık, çocuğu kasadan para çalmaya zorladı.
Thousands have been compelled to flee the country in makeshift boats.
Binlerce kişi derme çatma teknelerle ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.
The evidence was so compelling that he felt constrained to accept it.
Kanıtlar o kadar zorlayıcıydı ki, onu kabul etmekte zorlandığını hissetti.
I found the whole film very compelling.
Bütün filmi çok heyecan verici buldum.